Türkiye’nin en karanlık günlerinin başlangıcı olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişi işkencede öldü. Darbeciler idam sehpasına ilk olarak 8 Ekim 1980’de sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Darbenin lideri Kenan Evren’in“Şartların olgunlaşmasını bekledik”sözü ise tarihe geçti.
SEHPADAKİ ÜLKÜCÜLER12 Eylül 1980, saat 04.00da dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları tarafından ülke yönetimine el konulmuş, siyasi partiler kapatılmış, yoğun bir cadı avına çıkılmıştı. İhtilal mantığı sağ sol demeden adeta insanların üzerinden bir silindir gibi geçmiş, kimileri asılmış, kimileri işkence ile hayatını kaybetmiş, bir çok insan sakat kalmış, binlerce kişi de hapishanelerde ömrünü tüketmişti.Bir sağdan bir soldan mantığı ile başlayan idam altındaki cinayetlerde 18 sol görüşlü, 9 ülkücü idam edildi.12 Eylülün üzerinden tam 37 yıl geçti. Geçtiğimiz günlerde 12 Eylül döneminde idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu ile ilgili bir takım iddialar yeniden ısıtılarak gündeme getirilince biz de Pehlivanoğlu ile birlikte asılan diğer 8 Ülkücü genci de bu vesileyle hatırlatmak ve onların sehpaya giderken son anlarını, aileleri ile paylaştıklarını tekrar hatırlatmak istedik.Mustafa Pehlivanoğlu, 7 Ekim 1980, Cevdet Karakaş, 4 Haziran 1981, İsmet Şahin, 20 Ağustos 1981, Fikri Arıkan, 27 Mart 1982, Cengiz Baktemur, 2 Mayıs, 1982, Ali Bülent Orkan, 13 Ağustos 1982, Ahmet Kerse, 31 Ocak 1983, Halil Esendağ, 5 Haziran 83, ve Selçuk Duracık da, 5 Haziran 1983 tarihinde 12 Eylül adaletinin (!) yağlı urganlarıyla şehitlik mertebesine ulaştılar. İnfaz edilirken bile tekbir getiriyorduAhmet KerseGaziantepte sağ görüşlülerin öldürülmesinin intikamını almak için, sigara alma bahanesiyle girdiği sol görüşlü bakkal sahibini 22 Mayıs 1979da öldürme iddiasıyla idam cezasına çarptırılan Ahmet Kerse, 1980 yılı Şubat ayında Kiliste yakalanarak gözaltına alındı. Çıkarıldığı 12 Eylül mahkemelerinde, bütün şahitlerin, aleyhine ifade vermeleri neticesi tutuklandığı bir yargılamadan sonra, 8 Temmuz 1981 tarihinde idam cezasına mahkum edildi. 31 Ocak 1983te infaz edildi. Adana 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinin verdiği karar, askeri yargıtayca onaylanınca infaz; Gaziantep Cezaevinde gerçekleştirildi. İnfaz, onay kararının Resmi Gazetenin mükerrer sayısında yayınlandığı 28 Ocak gününden bir buçuk gün sonra gerçekleştirildi. 25 yaşında idam edilen Gaziantepli Ahmet Kerse, ODTÜnün Gaziantep Eğitim Enstitüsü 1. sınıf öğrencisiydi.Uykudan uyandırıldıİdam cezasına çarptırılması üzerine ölüme mahkum edilen diğer sanıklar gibi ayrı bir hücrede tutulan Ahmet Kerse, asılarak infaz edilmek için 31 Ocak 1983 günü saat 03.30da hücresinden alındı. Hücre dışına çıkartılan Kersenin uykudan uyandırılmış olması nedeniyle bir mahmurluğunun mevcut olduğu, ilk önce bir irkilme görüldüğübelirtilen infaz tutanağında, kısa bir süre sonra da heyecan ve tedirginliğin göze çarpmadığının tespit edildiği ifade edildi. Tutanaklara göre Ahmet Kerse, hükmün infaz edileceği yere çok yakın koridorda, daha önceden hazırlanan masa başına oturtuldu ve hakkındaki idam kararının onaylanıp, infazının Resmi Gazetede yayımlandığı bildirildi.İnfaz günü görüşmeci masası alınmışİnfaz tutanağına göre, Kerse Ben gecenin bu saatinde kaldırılıp buraya getirilmemin nedenini ilk başta, yani uyandırıldığım anda hissettim. Keza; bir gün öncesinden, yani sabahleyin hücrenin bulunduğu kısımdaki eşyaların alınmasından dolayı hissettim. Bu saatte uykudan uyandırılınca vaktin geldiğini anladım dedi.Kersenin, konuşması sırasında heyecan ve direnmeye yönelik bir reaksiyon göstermediği yazılan tutanakta, yüz mimiklerinde bir değişikliğin olmadığı da, kayıt altına alındı.Son mektubu ailesine verildiAhmet Kerseye son arzusunun olup olmadığı ve mümkün olan arzularının yerine getirileceğinin bildirilmesi üzerine babasına mektup yazmak istediği belirtilen tutanakta, iki sayfalık mektubun, incelenmek üzere Gaziantep Cumhuriyet Savcılığınca alıkonulduğu yazıldı. Ancak Gözlemci, mektubun daha sonra ailesine verildiği bilgisini aldığını söyledi.İstemi üzerine getirilen din görevlisiyle selamlaşıp, görüşen Kerse, tutanaklara geçen son sohbetinde Dini vecibelerimi yerine getirmek istiyorum. Ancak; uykudan yeni kalktığım için, abdestim yoktur. Abdest aldıktan sonra bu işe başlamak istiyorum dedi.İdama giderken devlete zeval gelmesin dediDin görevlisinin Allah hiçbir kulunu merhametinden ve şefkatinden yoksun bırakmasın sözünü tekrar ettiği belirtilen Kersenin, dini vecibesini Allah, devlete ve millete zeval vermesin sözüyle tamamlandığı anlatılan tutanakta, Kersenin Son olarak arkadaşlarım, cezaevi personeli namına cezaevi müdürü ve cezaevi başgardiyanı ile vedalaşmak, helalleşmek istiyorum dediği, isteminin de yerine getirildiği yazıldı.Veda amellerin hitamı sonunda sanki buyurun gidelim dercesine bir hava ve duruma girdiği müşahade edildi, akabinde kollarını arkaya alarak en ufak bir direniş dahi göstermeden kelepçelerinin takılmasını bekledi. Kelepçeler takılarak ölüm cezasının, asılacağı sehpanın yerine getirileceği kısma hareket edilerek sehpaya saat 04.13de çıkarılarak, ip boynuna geçirildi. Hükümlü son söz olarak duasını yapacağını belirtmesi karşısında kendisine duasını yapması için müsaade edildi. Hükümlü Allahu Ekber sözcüğünü üç defa tekrarladıktan sonra, dini inançlara göre duasını tamamlamasına müteakip cellat tarafından sandalyesi alınmak suretiyle asıldı. Ceset 20 dakika ipte asılı kaldığı süre içerisinde doktor tarafından muayenesi yapıldı, öldüğü tespit edildikten sonra saat 04.33de ceset yere indirildi. Hükümlünün asılmasını müteakip cesedin evvela bir gerilim akabinde kasılmayla birlikte ayaklarının hafif açılmasıyla dizden itibaren yukarıya doğru çekme meydana geldi. Ölümü müteakip diz bağlarının gevşeyerek ayaklarının dizden itibaren sarktığı, ağızdan sıvı mayinin geldiği tespit edildi.Son mektubu babasına yazdı: Belki son satırlarım olacakRahman ve rahim olan yüce Allahın adıyla diye başladığı son mektubunda babasına seslenen Ahmet Kerse,... Değerli babacığım, sana bu mektup belki son mektubum, son satırlarım olacak. Birgün hepimizin çıkacağı o ilahi huzura çıkacağız. Ölüm her kula borçtur. Ancak yüce Allah hayırlı ölüm ve imanla gitmek nasip etsin. Size son sözüm benim ölümüm ancak ve ancak Allah rızası için, vatanımın ve milletimin, devletin yok edilmek istendiği bir zamanda, sahipsiz iken sahip çıkmak ve Allah rızasına kavuşmaktır. Şunu herkes bilsin. Ölümümden kimseyi sorumlu tutmayın. Kimseye kırgın ve dargın değilim. Beni seven, soran herkes hakkını helal etsin. Yüce Allah bize şöyle buyurur: Andolsun ki sizi can, mal, evlat ve sabırla imtihan edeceğim... Muhterem babacığım. Başka yazacak bir şey bulamıyorum. Zaten dünya adına konuşma ve yazma fitne doğurur. Benim amacım Türkiyemde fitne, küfür, kızıl emperyalizmin oyunlarını bozmak. Şu cennet vatanı ikinci bir Afganistan gibi kale yaptırmamak içindi. Şimdi Allah ve onun kutlu yolcularına teslim ediyorum. İsim yazmaya gücüm yok. Tüm aile fertlerine, anama, akrabalarıma, soranlara ayrı duygularla selam eder, Allahtan rahmet ve hidayet dilerim. Esselamün aleyküm ve rahmetüllah ve berekatuhu.Oğlun Ahmet KerseAli Bülent ORKANAslen Bolu Mudurnulu olan Ali Bülent Orkan, Ankaranın Etlik-Aşağı Eğlence semtinde oturuyordu. İncirli Lisesinde gece bölümü öğrencisiydi. 1980 öncesi meydana gelen bazı olaylardan dolayı yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı. Kapatıldığı Mamak Askeri Cezaevindeki ölüm hücresinden sabaha karşı alınarak götürüldüğü Ankara Merkez Kapalı Cezaevinin infaz bahçesinde sabaha karşı asılarak şehit edildi.Adalet Bakanı ikna olmuştu amaO dönem Ali Bülent Orkanın avukatlığını yapan Şevket Can Özbay, Destanlaşan Ülkücü Hareket isimli kitapta sağlık sorunları bulunan Ali Bülent Orkanın idam edilmemesi için çok mücadele ettiğini belirterek o günleri şöyle aktarıyor: Orkanın kurtarmak için dönemin Adalet Bakanı Cevdet Menteşin evini gece 24.00da kapısını zorla kırarak bastım. Başında takke, üstünde geceliği ile karşıma aldım. Müvekkilimin sağlık sorunları olduğunu, asılamayacağını anlattım. Önce kızdı, epey münakaşa ettik fakat beni dinleyince ikna oldu. Kalktı, giyindi, beraber Adalet Bakanlığına gittik. Orada bana idamı durduracağına dair söz verdi. Eğer o idam dursaydı, diğerleri de dururdu. Ama daha sonra Kenan Evrenle görüştükten sonra sözünde durmadıSon mektubunu hala bana vermedilerÖzbay, kitapta Orkanın idamını da anlatıyor ; O gün akşama kadar birilerine ulaşıp idamı engellerim diye koşuşturdum. Ama herkes benden kaçıyordu. Son anda beni aradılar. Kardeşimle birlikte bir arabaya atlayıp Ulucanlar Cezaevine gittik. Önce tüylerim ürperdi. Çünkü ambulans ve içinde bir tabut gördüm. Acaba biz gelmeden astılar mı? diye korktum. Sonra baktım ki, cezaevi avlusunda darağacı hazırlanıyor. İçeri girdim. Orkan, çok şık giyinmişti. Çakı gibi olmuştu. Doktorlar ona, Başın ağrıyor mu, midende bir sorun var mı, boğazın ağrıyor mu? diye sorular soruyorlardı. O ise sağlık sorunları olmasına rağmen hepsine hayır diye yanıt veriyordu. Doktorlar, Peki bu soruları niye sorduğumuzu merak etmiyor musun? deyince, Sohbet için olmadığını biliyorum herhalde. Beni idam edeceksiniz. Ama merak etmeyin turp gibiyim. Hepinizden sağlıklıyım yanıtını verdi. Sonra imamla tövbe duası okudu, namaz kıldı, abdest aldı. Bana Arkadaşlarıma, anneme çok selam söyleyin. Düğüne çıkar gibi olduğumu söyleyin dedi. Sonra oturdu bana son bir mektup yazdı. Ama onu bana vermediler. Halen de vermiş değiller. Orada işlediği iddia edilen suç ile ilgili çok önemli şeyler olduğunu düşünüyorum. Sonra bir nara attı ve Avukatımı öpebilir miyim? dedi. İzin verdiler. Beni alnımdan öptü. Sonra beyaz önlüğü giydi. Celladı kabul etmedi. Boynuna ilmiği kendisi geçirdi ve hemen tabureyi tekmeledi. O yüzden ölümü çok gecikti. Ben karşısına geçtim, halen sağdı. İçinden Ayet el Kürsüyü oku dedim. Ben sesli okudum, o dudaklarını kıpırdatarak okudu.Salıverirler sandıkAli Bülent Orkan ile ilgili Onlar Diridirler isimli kitapta ise Yazar Remzi Çayır o dönem görevli bir gardiyanın şu sözlerine yer veriyor: Bize gelmezden önce emniyette uzun süre kalmış. Ne olduysa orada olmuş. Günahları boyunlarına çok eziyet etmişler. Akla gelmedik kılıklara sokmuşlar. İnsanın hafızasının almayacağı yollarda yürütmüşler. Demek akıl dayanmadı, tahammül sınırı çatladı, beyin iflas etti. Şimdi biraz akıllı. İlk geldiğinde zır deliydi valla. Otur dersin oturmaz, kalk dersin kalkmaz. İsmini bile zor söylettik. Bir yeri imza atması gerekiyordu. Dilimizde tüy bitti, imza atmadı. Hele gözlerini görecektiniz. Fıldır fıldır oynuyordu. Hücrede eğitim yaptırmaya kalktılar. Milleti duymuyor ki... Hep gözlerinin beyazı ile bakıyor insanların yüzüne. İdam alırken bile kafası yerinde değildi. Biz diyorduk ki, deli raporu verirler, salıverirler. İlk celsede aldı idamı, hemen de onaylandı.Bir isteğin var mı? Vatan sağolsunFİKRi ARIKANÇorumun Alaca kazasından olup 32 yaşındaydı. Ankara Türközü Bademlidere semtinde oturuyordu. Ankarada cereyan eden bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevine kapatılmıştı. Yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde idamına karar verildi. 27 Mart günü, sabahın ilk saatlerinde Mamak Cezaevinde asılarak şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Mezarlığına defnedildi.İdam hücresiAskerler, Fikri Arıkanı kaldığı hücreden alıp, idam hücresine götürdüler. Son arzusu arkadaşları ile helalleşmekti. Hücreleri tek tek gezip, Hakkınızı helal edin. Bana bir fatiha okuyun, yeter dedi. İdam edildiği gün tutukluların yanına giden askerler, sakindi dediler: Soğukkanlı davrandı. Kendisine Bir isteğin var mı? diye sorulduğunda Vatan sağolsun cevabını verdi. Mamak Askeri Cezaevinde hücreler tıka basa dolmuştu. 5 metrekarelik, içinde tuvalet ve banyo bulunan 2 kişilik hücrelerde 4er kişi kalıyordu. Üstelik, bu ufacık mekanlarda geçmişte birbirlerine kurşun sıkan insanlar birlikte yaşıyorlardı. Askeri yönetim, kendince Karıştır, barıştır metodu uyguluyordu! Bu hücrelerde kalanlardan biri de Topraklıktaki Çuval cinayeti sanıklarından Fikri Arıkandı. Hücresi, A Blok, Tecrit 2 Arka Bölüm 9 numarada bulunuyordu. İdam cezasına çarptırılmış, infaz gününü bekliyordu.Mecliste onaylandıBeklenen oldu. Arıkanın idam cezası Mecliste onaylandı. Onay yazısı da Mamak Askeri Cezaevine ulaştı.Askerler, Fikriyi kaldığı hücreden almak için geldiler.İdam hücresine götürülecekti.Mamaktaki idam hücreleri tek kişilikti. İçinde elektriği yoktu. Hükümlünün intihar etmesini önlemek için gerekli her türlü tedbir alınmıştı. Bu hücrelerin bütün duvarları deri ile kaplıydı.Askerler, gidiyoruz dedilerFikri, idama gittiğini anlamıştı. Olur cevabını verdi:- Biliyorum, beni idam edeceksiniz. Ancak, izin verin de arkadaşlarımla son olarak görüşeyim. Onlarla helalleşelim, daha sonra gidelim. Askerler, bu talebi kabul ettiler. Fikri Arıkan, bütün hücreleri tek tek gezdi. Arkadaşlarının elini sıktı. Onlardan da haklarını helal etmelerini istedi. Fikri Arıkan, idama giderken bütün Ülkücüler demir parmaklıklara yapışmıştı. Buğulu gözlerle, Onun koridordan çıkışını izlediler. Fikri, o geceyi idam hücresinde geçirdi...27 Mart 1982de idam edildiAskeri yönetim, idam cezalarının infazında alabildiğine ısrarlıydı. Nitekim, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, 3 Ekim 1984te Muşta yaptığı bir konuşmada Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz? diyordu. Onun bu sözleri sağda olsun, solda olsun bütün gençlerin belleklerinde yer etti.Asıl cennet burasıCEVDET KARAKAŞTarihler 4 Haziran 1981 gününü gösterirken sabaha karşı Elazığ Merkez Kapalı Cezaevinde Ülkücü Harekete mensubiyet şuuruyla bağlı olmaktan gayrı bir suçu olmayan Cevdet Karakaşa karşı hüküm verilmişti. Kalem kırılmış, idam denilmişti. Aslı astarı olmayan, Elazığda bir avukatın öldürülmesinde faili meçhulü ortadan kaldırmak isteyenler gözlerini Cevdete çevirmişlerdi. İşkenceler... Yine de kabul ettirememişlerdi kendi işlemediği suçu Cevdet Karakaşa...Güllerin Solduğu Gün isimli kitabında Yazar Ahmet Haldun Terzioğlu, Cevdet Karakaşı şöyle anlatıyor: Elazığlı bir yiğit Ülkücü. Ailesi, ekmek için Almanyayı Acı Vatan belleyenlerdendi. Aile orada kalmış, kendisi dönmüştü. Buraya dönmüştü ama burası bir başkaydı. Tam bir alev topu! Tam kavganın içinde. Memleket parsellenmişti adeta. Girilemeyen sokaklar, mahalleler, okullar hatta kentler vardı. Kabul edilemez bir kurtarılmış bölge propagandası ile ülkeyi işgale hazırlama provası yaşanıyordu. Karşı gelenler de, düşman, faşist ilan ediliyordu. Öylesine güçlü bir karanlık yol harekatı yapıyorlardı ki basını büyük ölçüde ele geçirmişler, yayınları ile insanların beyinlerini yıkıyorlardı. Gelince, gördüklerime şaşırdım kaldım! Ne oluyor bu adamlara ? dedim. Bunlar ne istiyor? Dediler ki, Bunlar Türkiyede kanlı bir devrim yapmak, Türkiyeyi komünist yapmak istiyorlar. İnanamadım.Bu nasıl iş kardaş?Bu nasıl iş kardaş? Almanya iki parça biliyorsunuz. Doğu ve batı. Doğu komünist. Berlini ikiye bölen bir duvar var! Utanç duvarıdiyorlar adına. Yüksek, kalın bir duvar. Tel örgülerle çevrili. Silahlı askerlerin sürekli beklediği nöbetçi kuleleri var üzerinde. Bunu kimler yapmış bilir misiniz ? Doğudaki komünist yönetim. Peki, niye yapmışlar? İnsanlar kaçmasın diye. Evet! İnsanlar komünist Doğu Almanyadan kaçıyor. Peki, madem ki orası cennet, neden kaçıyorlar kardaş? Demek ki cennet değildi orası. Asıl cennet burası diyordu hep. Almanyadan dönmüştü. Anlatıyor, alay ediyordu. Sizde hiç akıl yok diyordu. Ah mümkün olsa da sizi şöyle belli bir süreliğine oraya göndersek! Çok değil! Yalnızca bir ay! Bir ay kalın bakalım komünist bir ülkede, görün başınıza neler gelecek? Ben biliyorum ne olacağını! Bir daha komünist olmaya tövbe edecek, imana geleceksiniz.Bir gün kendini hücrede buldu. Yargılanıyordu ve hakkında idam isteniyordu. Bağırıyor, baş kaldırıyordu. Suçsuzum Elazığ barosu karar almıştı. Davasını üstlenmeyeceklerdi. Çaresiz kendi kendini savunacaktı mahkemede. Oysa ne umutlarla dönmüştü memleketine...Alnımıza böyle yazılmışCengİz BAKTEMURMalatyanın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat köyünden olup 20 yaşındaydı. Ailece, Doğanşehirde Yeni Belediye Garajının yakınında Doğu mahallesinde oturuyorlardı. Liseyi yeni bitirmişti. Doğanşehirde meydana gelen bir olaya adı karıştığı için tutuklanıp cezaevine kapatıldı ve 12 Eylül Mahkemelerinde yargılanarak idam cezasına mahkum edildi. 2 Mayıs 1982 tarihinde, sabahın erken saatlerinde Elazığ Kapalı Cezaevinde asılarak şehit edildi. Mahkemede idam cezasına çarptırıldığını öğrenen annesi, ruhi bunalım geçirdi. Şehadetinden sonra da felç oldu. Cenazesi, Doğanşehir Mezarlığına defnedildi.Destanlaşan Ülkücü Hareket - Şehitler Ölmez isimli kitapta, Cengiz Baktemurun annesi bakın oğlunu nasıl anlatıyor: O öyle bir evlattı ki idam edileceği günü bildiği halde Ana yeter ki sen üzülme, alnımıza böyle yazılmışdiye konuşup beni teskin etmeye çalışırdı, yüzlerce mektubu geldi ama hiç birinde isyan yoktu... Gittiği yolun hak yolu olduğunu yazardı ve bize üzülmememizi söylerdi. Öyle söylerdi ama ana yüreği bu, nasıl dayansın ki, her ziyaret sonrası eve gelir ağlardım... Düşünsenize, doğurup büyüttüğünüz, sütünüzle belli bir zamana getirdiğiniz evladınız ipe gidiyor. Benim oğlumun idamlık olacak bir şeyi olmadı. Ama onu aldılar elimizden... Allah onları kahretsin... Bilmiyorum daha ne denilebilir ki? Oğlumun yanına her hafta giderdim.İhtilalin ilk aylarında görüşemedik ama biraz zaman geçtikten sonra görüşler başladı. Her görüşte ana sakın ağlama, ben suçsuzum derdi. Bir gün yine ziyaretine gittim. Yeni askerler ve gardiyanlar gelmişti. Beni içeri almak istemediler. Yalvardım, yakardım ama söz dinletemiyordum. O sırada kendimi kaybedip feryad figan bağırmış, ağlamışım. Oğlum benim sesimi duyup, benim anamın sesi bu, nolur onu içeri alın demiş; ve nice yalvarmadan sonra içeri girdim, oğlumla karşılaştığımda ana sen niye öyle ağlıyorsun, sakın ağlama, Peygamberler bile çile çekmiş, bizim de çekeceğimiz çile varmış diye konuştu. Yine böyle bir görüş günüydü. Henüz idam kararı çıkmamıştı. Bu görüşmeden 26 gün sonra yavrum idam edildi.Allah şahidim, asker öldürmedimİsmet ŞAHİNBir askeri öldürmekle suçlanan ve idam edilen İsmet Şahinin hikayesini de yine Onlar Diridirler isimli kitabında Remzi Çayır şöyle anlatıyor: Trabzonda doğup büyümüş. Derken bir takım çekişmeler ve düşmanlıklar baş göstermiş. Çareyi İstanbula gelmekte bulmuşlar. İstanbul gibi bir yerde hayvancılık başlıca geçimleri. Yedi çocuk babasıdır. Kardeşlerini de yanına almış, hayatta helal bir lokma yutmak için çırpınmaktadır. Kaçıp kurtulduğunu sandığı bela burnunun dibinde bitmiştir. Adım adım takip edilmektedir. Polis ve sıkıyönetime bir ihbar gitmiştir. Şu semtte, şu caddede, şu no.lu evde Dev - Sol militanları barınmaktadır. Bu ev hücre evi olarak kullanılmaktadır. Yetkililerin bilgilerine sunulur! Adı geçen ev İsmet Şahine aittir. Ev polis ve asker kordonu altına alınmıştır. Derken hiç hesapta olmayan bir çatışma! Kim sıktı, ne diye sıktı bilinmez. Sonradan İsmet de hadisede bir tek kurşun bile sıkmadığını her yerde gözü yaşlı anlatacaktır. Bir asker ölmüştür. Fail de İsmet Şahindir. Selimiye cezaevinde hücrenin birinde vicdan sancıları içinde kıvranmaktadır. İşlemediği bir suçtan dolayı cezaevindedir. Üstelik rüyasında görse tetik çekemeyeceği bir insan öldürülmüştür. Hep kendi kendine konuşur durur. Durmadan Allaha niyaz... Yüce mevlaya dileğini ve içini açar... Yarab, sen de bilirsin ki ben bu hadisenin içinde değilim. Ben Türk askerini vuramam. Hem ne diye vurayım? O benim kardeşimdir, o benim insanımdır. Nasıl oldu da ben böylesi bir vakanın içine düştüm? Başka bir davadan daha yargılanmaktadır. İki davadan da hakkında idam talebi bulunmaktadır. Söylediği şu söz onun azap derecesini gösterir: Asılacaksam diğer hadiseden dolayı asılayım. Yoksa alakam olmayan bir Türk askerini vurmaktan ötürü idam olunmak istemem ne yazıktır ki vicdanına kimseler kulak vermemiştir. Selimiye cezaevinden Maltepe cezaevine nakledilir. Marksist düşüncenin naylon askerlerinden illallah demiştir. Nefreti büyüktür. Ülkücü arkadaşların koğuşunun kapısında şöyle yalvarır : ne olur beni onların içine itmeyin. Ben ölürüm. Ben inanmayan insanlarla yapamam. Ben suçsuzum. Vallahi askeri ben öldürmedim. Kucak açın bana. Alıyorlar koğuşa. Arkadaşların tereddüdü şundandır; Asker katili olarak lanse edilmiş birine kapı açmak yanlış olur. Ona ilgil göstermek doğru değildir. Hep namaz hep niyaz. Maltepe cezaevinde geçen bir hadiseyi nakletmek istiyorum. Yedi çocuk babasıdır. Görüş günüdür. En küçük çocuğu, kapıda duran rütbeliye uzun süre bakar. Daha çocuktur o. Sonra karar verir. Elindeki elli lirayı rütbeliye uzatarak, Amca al şu parayı da babamı bırak ne olur! Küçük çocuğun bu hareketine tanık olan herkes sadece güler. Hem de kahkahalarla. Çocuktaki büyük sevgiyi ve baba hasretini akıllarına bile getirmeden gülerler. Cumhuriyette Mustafa Ekmekçi, onun Selimiyedeki halini birkaç satırla anlatır. Selimiye cezaevine girip çıkan bir yazar çizerin gözlemlerine tercümanlık eder Mustafa Ekmekçi. İsmet daim Kuranla hasbihalde İdam alır, idam cezası onaylanır. Dosyaya son mühür de vurulur. Bir gece Paşakapı cezaevine götürülür ve cezası infaz edilir. Son anlarında bile tekrarladığı bir sözü vardır: Allah şahidimdir ki ben asker öldürmedimİdamlarda bulunan İmam anlatıyor: Cellatlarından helallik aldılarSelçuk DURACIK21 yaşında ve evli olan Halil Esendağ, Manisanın Saruhanlı kazasına bağlı Gözlet köyündendi. 3 Haziran tarihinde, hakkındaki idam cezasını sabaha karşı infaz edildiğine dair Radyo ve TVden yayın yapılmasına rağmen polisler tarafından cezaevinden alınıp Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. Burada, itiraf etmesi için iki gün boyunca akıl almaz işkenceler yapıldı ve 5 Haziran günü Buca Cezaevine geri getirilip sabahın ilk saatlerinde asıldı.Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olup 22 yaşındaydı. Ailece, Manisanın Turgutlu ilçesinde oturuyor, seyyar satıcılık yapıyordu. Selçuk Duracık, polisler tarafından arandığını öğrenince kendiliğinden giderek Emniyete teslim olmuş fakat yargılandığı 12 Eylülün hukukunu uygulayan İzmir 2. Nolu Askeri Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. 3 Haziran günü, idam edildiğine dair haberler radyoda yayınlanırken İzmir Emniyet Müdürlüğünde işkence ile yeni ifadeler almaya çalışıyorlardı. İki gün sonra Buca Kapalı Cezaevinde sabaha karşı asılarak şehit edildi.Halil Esendağ ile yine aynı akibeti paylaşan dava arkadaşı Selçuk Duracıkın idamlarında bulunan Abdullah Hoca anlatıyor:Ne mutlu onlara... Allahın izniyle onlar şehittir... Her hareketlerine şahit oldum. Ruhlarını nasıl teslim ettiklerine şahit oldum. Tekbir getirerek, Kelime-i şehadet getirerek ölüme yürüdüler. Bir akşam, sivil memurlar ellerinde telsizlerle evime gelip, Hocam, bir nikahımız var. Nikah kıymaya gelir misin? dediler. Otomobillerine binip Buca Cezaevinin önüne gelmiştik. Her taraf asker doluydu. Cezaevinin kapısından girince, infaz yapılacağını anladım. İnfaz heyetinin bulunduğu salona götürüldüm. Savcılar, hakimler, komutanlar, doktorlar, infaz görevlileri oradaydı. Orada bulunanların bir kısmı, heyecanlı bir telaş içindeyken, bir kısmı da üzüntülüydü.Taş gibiyizBir müddet sonra, görevliler elleri arkadan kelepçeli olan iki genci getirdiler. Üzerilerinde ayak bileklerine kadar uzanan kolsuz beyaz bir giysi, başlarında beyaz namaz takkesi, ayaklarında beyaz çorap ve terlik vardı. Selamün Aleyküm diyerek içeri girmişlerdi. O an çok şaşırmıştım. Onları sanki çok eskiden beri tanıyordum... Orada bulunanların çoğu onlarla helalleşti. Hücrelerinde yazdıkları vasiyet mektuplarını İnfaz Savcılığına teslim ettiler. Heyet huzurunda doktor, Sağlık şikayetiniz var mı diye sorduğunda ikisi de, Elhamdülilah taş gibiyiz. Hiç bir şikayetimiz yok dediler. Son arzuları sorulduğunda ikisi de cenazelerinin ailelerine teslim edilmesini istemişti. Telkinde bulunmak için yanlarındayken bana çok saygılı davrandılar.Gözleri parlıyorduKendilerine, Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahiret hayatına açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allaha iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara dediğimde gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu. Az sonra Allaha kavuşacaksınız dedim. Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza söyleyin, ölümümüze üzülmesinler demişlerdi. İkişer rekat namaz kıldılar. Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum... Yüzleri o kadar nurlanmıştı ki... Az sonra görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıktık. Bahçe projektörlerle aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi. Sehpalar kurulmuş yağlı urgan parlıyordu. Ürpertici bir manzara vardı... Az sonra iki genç insanın dünyaları değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum... Altmışı geçmiş yaşımda, dünyadan alacağım fazla bir lezzet de kalmadığı halde, çok korkmuştum... Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissediyordum. Böyle bir anda korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı gerektirirdi...Tebessümle başını salladıİnfaza önce Selçuktan başlandı. Selçukun yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik. Allaha gidiyorsun Selçuk! demiştim. Tebessümle başını salladı... Tekbir getiriyordu. Sehpanın altındaki tabureye çıktı. Cellat, boynuna urganı geçirirken, Selçuk, Cellata bir şeyler söyleyince cellat, bir an durakladı. Selçuk, sürekli Kelime-i şehadet getiriyordu. Cellat, tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde ruhunu teslim etti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, Savcı askerlerin de yardımıyla, Selçukun boynundan urganı çıkardı... Selçuku bir masaya yatırdılar. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin okudum... Daha sonra Halili getirdiler. Onun da boynuna yafta takılmıştı.Kıbleye bakar haldeOna da, Halil, Allaha gidiyorsun dedim. O da, tebessümle başını sallayarak, Biliyorum Hocam! diye karşılık verdi ve tekbir getirerek sehpaya yürüdü. Urgan boynuna geçirilirken o da cellata bir şeyler söyledi. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelime-i şehadet getirirken cellat tabureyi ayağının altından çekti. Halil de Selçuk gibi boynu bükük kıbleye bakar halde ruhunu teslim etti. Halilin de boğazından urganı Savcı çıkardıktan sonra, masaya yatırdılar. Halilin de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu... Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okudum. Mesleğim gereği nice ölü görmüştüm; fakat bunlar hiç ölüye benzemiyordu... Onlarda yorgun bir müminin uyku hali vardı. Selçuk ile Halilin, cellata ne söylediklerini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan cellatın yanına gittim. Halil ile Selçukun, ne söylediğini sorduğumda, Ben böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar ise (Hakkını helal et) dediler sözleriyle içini çekiyordu.Mustafalar ölür, fakat milliyetçilik fikri ve mücadelesi ölmezMustafa PEHLİVANOĞLUBalgat semtindeki kahvehane taramalarında beş kişinin ölümüne sebep olmakla suçlanıp , 12 Eylül 1980 askerî darbesinden önce yapılan yargılama sonunda idam cezasına çarptırılmıştı. Yatmakta olduğu ve çok sıkı korunan Mamak Askeri Cezaevinden kaçtı ancak 18 Ağustos 1980de Kütahyada yakalandı. 7 Ekim 1980de 22 yaşındayken Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevinde idam hükmü infaz edildi. Pehlivanoğlu, Ankara Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi. Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia etti. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hakimi Ali Fahir Kayacan, daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlunun asılan solcu Necdet Adalıya denge olsun diye idam edildiğini belirtti. Ailesi, idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi.Ailesine MektubuSevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Allahın ve Onun Resulü Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Fakat Cenab-ı Allah alın yazımızı böyle yazmış. Ne yapalım? Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Cenab-ı Allahın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa, Cenab-ı Allahın huzurunda çekmeye hazırım. Yok benim bir günahım yok ise, beni bir yanlışlık sonucu idam cezası ve idam eden kişiler Allahndan bulsunlar. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafalar ölür, fakat milliyetçilik fikri ve mücadelesi ölmez. Yaşasın yolunda vermiş olduğum ve kellemi verdiğim Türk Milliyetçiliği. Bizim zaferimiz yakındır. Zafer her zaman Cenab-ı Allaha inananlarındır. Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazenin arkasından ağlamak günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Sizler de hakkınızı helal edin. Son olarak, abime, yengeme, yeğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allahtan mutlu ve neşeli bir yuva kurmasını dilerim.-Mustafa-Tanrı Türkü Korusun ve YüceltsinBiterken...İdamlardaki korkunç soru işaretleriHalil ESENDAĞDarbe döneminde idam ile yargılananlardan biri de dönemin MHP Genel Sekreter Yardımcısı Yaşar Okuyandı. Okuyan, yaşadıklarını hiç unutmadı ve yıllar sonra O Yıllar adını verdiği kitabıyla bilinmeyen bir çok şeye ışık tuttu. Okuyan, kitabında İdamlardaki korkunç soru işaretleri başlığı ile yazdığı bölümde Mustafa Pehlivanoğlu hakkında merhum Muhsin Yazıcıoğlunun bir açıklamasını hatırlatıyor. Bu olayla ilgili rahmetli Muhsin Yazıcıoğlunun bir açıklamasını hatırlıyorum. Yazıcıoğlunun iddiasına göre Mustafa Pehlivanoğluna idam kararı çıkıyor. İnfaz edilmek üzereyken mahkeme, Pehlivanoğlunun suçlandığı olayda silah kullanmadığını tespit ediyor. Yeni bir karar veriyor. Avukatları gece yarısı mahkeme tutanağıyla beraber Milli Güvenlik Konseyine ulaşıp infazın durdurulmasını talep ediyorlar. İddiaya göre Evrene bu durum intikal ettiriliyor ve dehşet verici bir cevap alıyorlar. Evren, Bana da öyle bir bilgi geldi. Ama artık çok geç, infazdan dönemeyiz diyor.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü gerçekleştirdiği askeri müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Meclisi hükümsüz kılındı. Dokuz yıl süren bu dönemde partiler geçersiz kılındı, parti liderleri önce gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı.
Darbeyi hazırlayan gelişmeler
TSK'nın emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği darbenin en önemli gerekçesi "güvenlik" oldu.
TBMM'nin 22 Mart 1980'de ilk turunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar sonuçlandıramamasının da etkili olduğu süreçte birçok cinayet işlendi.
Gazeteci Abdi İpekçi, Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, DİSK ve Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, Eski Başbakan Nihat Erim, Adalet Partisi İstanbul Milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu, CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu, MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok ile eşi ve kızının öldürülmesi gibi çok sayıdaki siyasi cinayet, darbeci generallerin gerekçeleri olarak tarihe geçti.
6 Eylül'de Konya'da düzenlenen "Kudüs Mitingi" de darbe yönetimi tarafından "şeriatçı girişim" olarak gösterilmişti.
Özellikle 1977'de Taksim'de yüzbinlerce emekçinin katıldığı coşkulu 1 Mayıs kutlamasına The Marmara Oteli'nden sıkılan kurşunlar, 1978 Yılının Aralık ayında Kahramanmaraş'ta ve 1980 yılında Çorum'da gerçekleştirilen katliam günlerce sürmüş ancak olaylara ısrarla müdahale edilmedi.Maraş katliamı sonrasında verilen Sıkıyönetim kararı katliamın amacına ulaştığının bir kanıtıydı. 26 Aralıka kadar süren saldırılarda resmi rakamlara göre 105 kişi öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı.
ABDnin çocukları başardı
Darbenin dış bağlantıları ise yine hazırlık dönemi konusunda net fikir verecektir. Afganistan ve İran'da sorun yaşayan ABD ve NATO'nun Türkiye'yi de kaybetmekten korktuğu ve darbeye her türlü desteği verdiği biliniyor. Dönemin ABD Başkanı Carter'a Ankara'daki Amerikan diplomatik kaynaklarından geçilen "Bizim çocuklar başardı" cümlesi Kenan Evren ve arkadaşlarından böyle bir darbenin dört gözle beklendiğinin bir kanıtı niteliğindeydi.
Türkiye 12 Eylüle tank sesleriyle uyandı
Askeri darbenin hazırlıkları, Haziran 1980'den itibaren Genelkurmay Karargahı'nda yapılmaya başlandı.
Kod adı "Bayrak Harekatı" olan darbe, ilk olarak bütün ordu komutanlarına gönderilen emirle 11 Temmuz saat 04.00'te hayata geçirilmek istendi ancak 2 Temmuz'da Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki hükümetin güvenoyu almasıyla plan ertelendi.
Aynı plan, yine aynı isimle 12 Eylül sabaha karşı uygulamaya konuldu, artık sokaklara palet ve postal sesleri hakimdi.
Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen bu darbe, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı.
12 Eylül 1980 Cuma günü saat 03.59'da Türkiye radyoları (TRT) İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti. Daha sonra anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.
12 Eylülün ilk idamları
Yönetime el koyan cuntacı askerler, acısı yıllarca sürecek idamların kararını da verdi.
Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşti. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi.
Önce Necdet'i astılar
Necdet Adalı, bir kahvehanenin taranması olayına karıştığı gerekçesiyle 1977 yılında hapishaneye atıldı. Adalı, o dönemde Yıldırım Beyazıt Lisesi'nde öğrenciydi. Ankara'nın İsmetpaşa Semti'nde bulunan kahvehanein taranmasıyla, içeride bulunan kişilerden ikisi öldü. Ölenlerin MİT mensubu olduğu iddia edildi.Necdet Adalı bu olaydan kısa bir süre sonra yakalandı ve kahvehanenin taranmasından sorumlu tutuldu. İdam talebiyle yargılanmaya başlandı. Dava devam ederken 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Bu defa Adalı'nın davası askeri mahkemede görülmeye başlandı.Adalı cezaevinde bulunduğu sırada gerçekleştirilen bir firar eylemine "nasıl olsa suçsuzluğunun anlaşılacağını" düşünerek katılmadı. Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç'in Adalı'nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan Sevinç bu tutumu nedeniyle ceza aldı ve daha sonra ordudan istifa etti. Adalı 8 Ekim 1980 tarihinde Ulucanlar Cezaevi'nde asılarak idam edildi. Bu infaz 12 Eylülün ilk idamı olarak kayıtlara geçti.
Pehlivanoğlu'nun ailesi idamı üç gün sonra öğrendi
Mustafa Pehlivanoğlu, 12 Eylül Darbesi'nden sonra idam edilen ilk ülkücü. Balgat'ta, 10 Ağustos 1978 gecesi, teravih vakti, mahalledeki 5 kahvehane, kimliği belirsiz kişilerce tabancalarla tarandı, 5 kişi yaşamını yitirdi.Tarihe 'Balgat katliamı' olarak geçen bu olayda, sol görüşlülere ait üç kahvehanede 3, ülkücülere ait iki kahvehanede de 2 kişi yaşamını yitirdi. Olaydan sonra operasyona başlayan polis, 3 kilometre uzakta, Ülkücülerin yoğun olarak oturduğu Karapınar Mahallesi'ne baskın düzenledi ve bir grup genci gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında, 22 yaşındaki Mustafa Pehlivanoğlu da vardı. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden önce yapılan yargılama sonunda idam cezasına çarptırılmıştı. 2 yıl kadar hapis yatan Mustafa Pehlivanoğlu ile aynı davadan yargılanan İsa Armağan, yatmakta oldukları ve çok sıkı korunan Mamak Askerî Cezaevi'nden kaçtılar. Planları yurtdışına kaçmaktı. Ancak aynı günlerde 12 Eylül darbesi yapıldı, sıkıyönetim ilan edildi. Mustafa Pehlivanoğlu ile İsa armağan, 18 Ağustos 1980'de Kütahya'da saklandıkları bağ evinde yakalanarak tekrar cezaevine kondular.7 Ekim 1980 tarihinde idamı onaylanan Mustafa Pehlivanoğlu, 7 Ekim'i 8 Ekim'e bağlayan gece yarısından sonra, solcu Necdet Adalı'dan birkaç saat sonra, Mamak Cezaevi'nde asıldı. Pehlivanoğlu, Ankara Karşıyaka Mezarlığı'na gömüldü. Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu söyledi. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu'nun asılan solcu Necdet Adalı'ya denge olsun diye idam edildiğini belirtti. Ailesi idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi.
Askeri müdahalenin sonuçları
12 Eylül askeri darbesi ile Süleyman Demirel'in başbakanı olduğu hükümet görevden alındı, TBMM lağvedildi. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı askeri dönem başladı.
Cuntacılar, 13 generali ülke genelinde ilan ettikleri 13 sıkıyönetim bölgesine komutan olarak atarken Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetleri de durduruldu.
Şartların olgunlaşmasını bekledik!
Siyasi partileri de lağveden askeri yönetim, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit'i Hamzakoy'a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş'i ise Uzunada'ya sürgüne gönderdi. Siyasi yasaklar geldi.
Darbeye liderlik eden 5 generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele aldı. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu'ya kurdurulan hükümet, 21 Eylül'de göreve başladı.
Günde 15-20 kişinin öldürüldüğü cinayetler, çok sayıda insanın hayatına mal olan katliamlar bıçak gibi kesildi. Evrenin Şartların olgunlaşmasını bekledik! sözü tarihe geçti.
TBMM kapatıldı, 1961 Anayasası ortadan kaldırıldı. Ülke 13 sıkıyönetim bölgesine ayrıldı. 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atandı. Belediye başkanlıklarına askerler getirildi. Darbenin ardından geçen 3 yıl içinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve askeri yönetimin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan 1982 Anayasası, yapılan "güdümlü" referandumla yüzde 92'lik "Evet" oyu aldı.
"Asmayalım da besleyelim mi?"
Yönetime el koyan cuntacı askerler, acısı yıllarca sürecek idamların kararını da verdi.
Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşti. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren, 19 Mart 1980'ta idama mahkum edildi.
Darbeci Kenan Evren'in 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği "Asmayalım da besleyelim mi?" sözü ise yıllarca unutulmadı. Yargıtay tarafından Eren'in idam kararı, iki kere iptal edilmesine rağmen, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Ulucanlar Cezaevi'nde infaz edildi.
Milyonların hayatı etkilendi
Milyonlarca kişinin hayatını etkileyen kararların altına imza atan askeri yönetim yıllar sürecek travmalara neden oldu. Darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istendi. Bunlardan 517 kişiye idam kararı verilirken kararların 50'si uygulandı.
Hapishanelerde işkencelerin yaşandığı dönemde bine yakın film yine sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 4 bine yakın öğretmen, çok sayıda üniversite görevlisinin işine son verildi. Yüzlerce gazeteci için de binlerce yıla varan hapis cezaları istendi.
Halk oylamasında, Kenan Evren cumhurbaşkanı seçilirken askeri yönetim üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, 2010'daki Anayasa değişikliği referandumuna kadar yürürlükte kaldı.
Yargılama yolu yine 12 Eylül'de açıldı
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra yürürlüğe giren, "Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamayacağı"na dair Anayasa'nın geçici 15. maddesi, 12 Eylül 2010'daki referandumun ardından kaldırıldı.
12 Eylül darbesinin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkındaki suç duyurularının ardından, darbe döneminin Genelkurmay Başkanı, Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya 4 Nisan 2012'de, darbeden 32 yıl sonra yargılanmaya başlandı. Yargıtayda temyiz istemi görüşülen dava, iki ismin hayatını kaybetmesinin ardından düştü.